Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Bu Zihniyetin Değişeceğini Hayal Bile Edemiyorum

Askerliği 01.12.2009 tarihinde, Edirne 102. Topçu Alayı Uzunköprü'de (331.dönem kısa dönem olarak) yaptım.

Türkiye'de bilindiği gibi askerlik, erkeklerin hayal dünyasına daha çocukluktan girer. Okullarda, tarih kitaplarında anlatılan savaşlarla da zihnimize kazınır, ülkenin savunulması gerekir diye öğretilir. Her nesil için vatan borcudur askerlik. Kaytaran vatan haini, dönek, şerefsiz olur; erkek değil diye düşünülür. Hiçbir insan yakın çevresi içinde bu ithamlarla anılmak istemez.

Ben çocukluğumda futbolda çok iyiydim. Koşuda da fizik gücüm yerindeydi. Askerlik bana hiç korkulacak bir yer gibi gelmezdi. Psikolojik olarak hazırdım. Okul hayatım maddi imkansızlıklardan, ailevi sorunlardan uzamıştı. Çalışmak zorunda kalmış, iş yerinde bel fıtığı olmuştum. Çok acılar çektim, hem bedenen hem psikolojik. Yeni doğmuş gibi adım adım yürüdüm. 2 sene çalışmadım. Eksik kalan öğretimimi tamamladım.

"Çürük" lafı çok incitici olduğundan hayat boyunca karşıma çıkmasına katlanamazdım. Normal [sağlıklı] statüsünde başvurdum. Askerliği yapan kişilerden duyardık, "ben çok rahattım, hep oturuyordum" diye. Bana da uygun bir şey çıkar, diye avunuyordum. Daha ilk gün zorluklar baş göstermeye başladı.

Mersin'den giden birinin karla tanışması, kalorifer peteklerinin bozukluğu, botlarımızla odaya çamur taşımamız, solunum yollarında hastalıkla savaş... Domuz gribinin tavan yaptığı zamanlardı. Alayın çoğu koğuşunda benzer bir hastalık yayılıyordu, özellikle bizim koğuşta: Herkeste bir halsizlik, ishal, terleme, ateş, bitkinlik, bitmeyen öldürücü öksürük... İlk anda hastalığa yakalanmayanlar da sonradan yakalandı.

Baktılar olacak gibi değil, üstümüzde bulunan iki koğuşu boşaltılar, karantinaya aldılar. Bazılarına iğne yaptılar. Hastalığı ağır geçiren arkadaşlarımız resmen ölü gibiydiler. Herkes hastalardan uzak durmak istiyordu. Kimse yanlarında kalmadı. Yeme-içme işleri için vicdanlı arkadaşları dışında kimseleri yoktu.

Hafif sağlamlarla eğitime devam ediliyordu, diğerleri de tam iyileşmeden katıldılar. 1 hafta bu rezillik sürdü.

Yemeğe uygun adım, marşla... "Ne mutlu Türküm diyene", "şehitler ölmez vatan bölünmez" diye avazın çıktığı kadar bağırma zorunluluğuyla... Olmadı bir daha. Beğenmedi bir daha. Yoksa yemeğe izin yok. Durmadan sayılmak, olmadı, yeniden sayılmak, sayım işlemi tamamlanmadan uyumamak, yemek yememek... Zihinlerimize bunlar kazındı

Yağmur ve karlı günler 1 aylık acemi döneminde tüm şiddetiyle sürdü. Yemekler istenilse de böyle kötü yapılamazdı. Hep yağmurluydu hep soğuktu. Amansız bekleyişler, yürüyüşler... Belfıtığımdan dolayı çok zorlanıyordum, dua ediyordum sağsalim çıkmak için. Daha ilk ayda belimde ağrılar başlamıştı. Bir daha ameliyat olmak istemiyordum. İstemesem de aşçı olduğumu söylemek zorunda kaldım.

Bu sayede usta birliğimde çavuş olarak Uzunköprü'deki gazinoya düştüm. Haftasonu canlı müzik; pazarları kahvaltı, öğle yemeği (branç); zor, yorucu, hiç bitmeyen tempo, başçavuşun bitmek bilmeyen özel istekleri... İstersen yapma! Yaptığın halde beğenmemesi, bağırması, erlere gözümün önünde tekme-tokat girişmesi, çocukların suratını ona karşı astığını anlayınca bir de o yüzden tokatlaması, onları yalakalığa alıştırması, dışardan bayan getirip geç saate kadar askerleri hizmetli olarak çalıştırması, çatlak ruh haline göre kendi ezilmişliğini asker çocuklardan çıkarması... Hastalanmalar, kazanda patlama, erin elinin yüzünün birinci derecede yanması... Sonraki acıları...

Anlatamadığım, atladığım daha çok olaylar oldu. Korkudan kendi ağrılarımla ilgilenemiyordum. Bu kadar beklemiyordum, insan olduğum için utandım. Bu muydu vatan borcu? Yoksa bu borç keyfi hizmetlerle egoları tatmin etmek miydi? Daha kendi içlerindeki adaletsizliklerle, beceriksizliklerle baş edemeyip yarının gençlerine ülkeyi sevmeyi, korumayı, devleti, milleti böyle mi öğreteceklerdi?

Korkarım böyle süreceğe benziyor, bu zihniyet zor değişir. Değişeceğini hayal bile edemiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı